Duvarlara, ağaçlara çarpan rüzgâr uğulduyor. Çatılardan düşen birkaç kiremittin sesi geldi az önce kulağıma. Bilirsin eksik olmaz bu burnun esintisi. Canına yandığım zenginin mevsimi geldi yine. Ama şükür sobanın kazanı dolu. Hemen merak etme yakmıyorum. Bugün olmasa da sonraki günler için doldurdum. Sağ olsun gemi sökümün gönlü boldu bu birkaç gün.
Kim bilir hangi kaptanın köşkünü parçaladılar da yüzüp gelen tahtaları kıyımıza vurdu.
Ama plastikte atıyorlar suya. O izocamlar, straforlar, küçük küçük lastikler her yerde. İçim acıyor vallahi cennet gibi yerde. Bunlar gelmeyecekse varsın tahta da gelmesin kütükte gelmesin razıyım. Alışveriş sepetiyle gider oduncudan doldurur gelirim ama böyle görünce olmuyor. Aslında verdik birkaç dilekçe ama bu işleri biliyorsun. Neyse biz bir temel atalımda, elinden geliyordu yapmadı destek olmadı demesinler. Ne diyorduk? Topladım hepsini, bırakır mıyım hiç! Arkada, tavukların yanındaki bahçede kurutuyorum, biraz güneş gördü mü hemen kav oluyor hepsi. Özellikle vernikli tahta yandı mı cayır cayır oluyor evin içi. Oluyor ama yakamıyorsun ki işte. Kör olası rüzgâr bacayı yalıyor mübarek. Zannedersin ki koca ev balon, bu zat-ı muhteremde şişirmeye çalışıyor. Geçenlerde hafifledi gibi oldu, bir çıra yakıp attım sobaya ama mümkün değil. Bu mevsimde dakikası dakikasını tutmuyor havanın. Hemen başladı tütmeye. Ben mutfaktaydım, bir tabak bir çay bulaşığını bitirene kadar odanın içi dışı her yer duman olmuş. Bir de çalılar tutuşmuş mu! Söndüremedim de. E ne yapayım bende aldım bir koca sürahi suyu boca ettim kovanın içine. Söndü de ama olan yine bize oldu. Sen bütün su sobanın delik kovasından aşağı ak, oradan da al bütün külleri götür. Altında mermer taşı var dersin ama taş su emmiyor ki. Bu seferde ben bez yetiştirene kadar akan simsiyah suyun kurumu hep halıya geçti. Bir elimizde köpüklü su bir elimizde hortum küçücük banyoda halı yıkadık ertesi gün. Hah işte rüzgârın bir o gün faydası oldu. Sabah yıkadım akşamına kalmadan kuruttu koca halıyı ama kanma kendi kabahatini affettirebilmek için oda. Yoksa sen bilmiyorsun ama geçtiğimiz yıl beni az daha evin önündeki yardan aşağı düşürüyordu bu deli rüzgâr. O aşağıda koyu mavi dalgaların vurduğu karınca kadar kayalar, o bembeyaz köpükler büyüteç tutmuş gibi büyüdü gözümde. İşte dedim şimdi gidiyorum. Şimdi topuğumun altında kuvvet aldığım iki üç tane çimende kopacak, aşağı düşerken bir son söz bile söyleyemeyeceğim. Onca yıl karşında durdum da beni yıkamadın bu yarda şimdi gafil anımda arkamdan itiyorsun. Ardımı döndüm, düştüm düşeceğim derken ne olduysa omzumun üzerinde buldum kendimi de uçurumdan yuvarlanmadım. Zaten sonrasında da bir daha o kadar yaklaşmadım. Oraya da millet gelip gelip oturmayı bir seviyor bir seviyor. Kazık çaktım tel çektim yok. Ya altından sürünüyor ya üzerinden atlıyorlar. Rüzgârı bilmiyorlar tabi nerden bilsin genç çoluk çocuk.
Gerçi o yaşlarda bana da rüzgâr desen uçurtma kesilirdim.
Gerisini sen düşün. Manzarayla kız tavlamanın peşinde hepsi. Manzaraysa deniz fenerinde de var. Evden çay taşımaktansa bir küçük tüp, demlik, bardak çıkarttım yukarı. Akşam yemeğinden sonra günü kulede batırıyorum. Çöp çıkmasın diye sallama içiyorum çayı ama olsun. Böyle de yetiyor insana. Rüzgâr miskin olduğunda karşıdan geçen gemilerin ölü dalgası açılan fermuar gibi yavaş yavaş gelip vuruyor kıyıya. O kadar güzel oluyor ki izlemesi. Zaten gün batınca gökte ay yoksa ne denizde ne karada hiçbir şey görünmüyor. Zifiri karanlık içinde köyün birkaç parlayan ışığı var o kadar. Ufuk hizasında baksan anlamazsın ışıklar mı yüksek yoksa yıldızlar mı alçak. Yani onun da bir faydası yok. Öyle oldu mu feneri yakıp iniyorum hemen aşağı, oyalanmıyorum. Eskiden Kuzey tarafı biraz yosun tutmuştu fenerin. Gelip gidenler çok beğeniyordu. Hâkî renkli, kırmızılı tuğlalarının etrafındaki yeşillik yaz aylarında çok uzaktan fark ediliyordu. Her turistin ister yakın ister uzak önünde bir fotoğrafı mutlaka vardır eminim. Tam diyordum ki kulenin tepesinden küçük çiçek tohumu serpeyim yosunun arasına. Tutarsa tutar, rengarenk olur fener. Daha fazla insan ziyaret eder, hatta belki fotoğrafını uzaktan çekmek yerine gelip yakından görmek ister insanlar, iki lafın belini kırarız. Ama bu sene kuru havayı fazla getirdi rüzgâr. Bir mevsimde sararttı kulenin tüm rengini. Eskiden yağmurlu günlerin ardına bulutların arasından güneş açtı mı ilk yaptığımız günlerdeki gibi tertemiz görünür, iftihar ederdim. Çıkar dışarı izlerdim. “Biz yaptık” derdim.
Ama şimdi bunlara en baştan başlamak biraz uğraş, zaman daha önemlisi yoldaş gerektiriyor.
Sana şimdiye kadar kaç mektup yazdım böyle ama göndermedim bilmiyorum... Gel senle bunu ilk sayalım. Pulsuz mektubum sana ne zaman nasıl ulaşır bu konuda da bir fikrim yok.
Ama belki o zamana kadar Sen de Gönder’irsin…
Comments