Sayılar üzerine…
Dokuz… Her insanın varlığını tek hücreli şekilde başlattığı anda geriye doğru saymaya başladığımız, gözlerimiz dış dünyayı görmeden önce geriye kalan ayları ifade eden sayı. Her ne kadar aceleci olanlar bu geri sayımı göz ardı etmeyi başarsalar da hücrelerimiz çoğalmaya başladığında hepimizin hayatına giren ilk geri sayım, ilk azalma.
Bittiği zaman ise şanslı olanlar bir hastane camekanının ardından gösterilebilmek, işaret edilebilmek, yan yana dizilmiş dikdörtgenlerin içindekileri tarif edebilmek için hayatının ilk koordinatlarını alır. Üçüncü sıradaki ikinci bebek ya da ilk sıradaki üçüncü bebek olmak doğanız gereği değil o anda sizi oraya yerleştiren hemşirenin seçimi kaynaklı verilmiş olsa da sizi tanımlayan ilk sayılar camekanın ardından sizi görmeye, izlemeye çalışanlar için önem arz eder. Şanssız olanlara değinirsek, onlarda bir camekanın ardında olmalarına rağmen seyircileri olmadan çıkarlar bu hayatın sahnesine. Beyaz önlüklü, şefkatli eller rollerinden vazgeçmemeleri için bu küçük insancıkları cesaretlendirir. Kararın ne olduğunu bilmemesine rağmen yaşamda karar kılanlar ise bugün aramızda çokça bulunur.
Bir sonraki sabit sayı artık doğum tarihinizdir.
Bu bilgiden daha sonra memnun kalınmadığında mahkemede değiştirmek mümkün olsa da hiçbir mahkeme insanın burcunu da değiştirmez...
Sizin tecrübe edeceğiniz bütün sayılarla daha önce haşır neşir olmuş bir aile ferdinize verilen evrakta yazan bu tarihin olduğu belge sizi devlet nezdinde tanınır kılsa da bu kadar büyük bir yapı tahmin edersiniz ki yarın öbür gün sizi aradığı zaman eliyle koymuş gibi bulmak ister. İsim isim tarayıp size ulaşmaya çalışmaktansa vatandaşlık numarası adı altında, herkesinkinden farklı tek bir numara da kendisi size atar.
Böylelikle bireyselleşmeye daha çok yolumuz varken çoktan tekilleştirilmiş oluruz...
Kimisi doğum tarihinden sonra saysan da saymasan da geçen zaman mefhumunu takvimlerde takip etmeye çalışır. Aslında farkında bile olmadan takip edilen vücudumuzda yenilenen hücrelerin ölen hücrelere oranıdır. Bir gün bu ikisinin birbirine eşitlendiği ve öyle de kalabildiği gün gelirse inanıyorum ki insanoğlu tüm takvimleri yakar. Olağan nesiller bildiği, gelecek nesillere de kaynakları kısıtlı dünyada artık ihtiyaç kalmayacağı için müzede bile bulundurmaya tahammül edemez, geçmişinden kopar geleceğini umursamaz. Şansı bir ila altı arasında elle yuvarlanan, küçük küplere indirgemiş olan insanoğlu düşeşi attığı yerde mücadeleyi bırakır.
Her ne olursa olsun, o güne öncülük edecek kişilere eğitim kati şartla gerekli. Ama her kurumun seni tanımlamak için yaptığı tekilleştirme hareketi okulda da maalesef devam eder. Gün gelirde bulunmanız gerekirse diye yukarıda bahsetmiştim. Bu aramaların adı okulda yoklama diye geçer. Bulunmanın ya da teslim olmanın idmanını ilgili kurum öğretmeniniz aracılığıyla her teneffüs -size tanımlamış özgür zaman da diyebiliriz- sonrası yapar. Bulunamadığınız durumlar çoğaldığında ise başınıza bir iş geleceği düşüncesi bilinç altınıza böyle böyle yerleştirilir. Her insan okul numarasını bu yoklamalardan birinde öğrenir. Öğrenci aynı kalsa da okul değişirse bu tanımlama en baştan başlar, öğrenci numaranızda tekrar ve tekrar değişir.
Okul değiştirmek deyince de akla tabi ki ilk, tayin geliyor. Siz tayin edilen ailenizi mecburen takip edersiniz. Evinizi, odanızı sırtınızda taşıyıp gittiğiniz yere götürmek mümkün olsa, her şeyi olduğu gibi tekrar yerine koysanız bile kapı numaranız, apartman numaranız, posta kodunuz değişir. Bunlar sivil hayatta size ulaşılmasını sağlayan yoklama araçlarıdır ama hayatınızdaki asıl değişimi etrafınızdaki araç plakalarından anlarsınız. Biraz büyükçe bir yaştaysanız plaka değişiminin aynı zamanda bir kültür değişiminin ilk işareti olduğunu anlamak çok zaman almaz.
Annelerinin, babalarının artık ellerini bıraktıkları çocuklar okul yollarını kendisi tepmek durumunda kalır. Buda hayatımıza bir başka numaralar dizinini davet eder. Şanslı olanlar servis numaralarını, diğerleri durak numaralarıyla kombine çalışan otobüs numaralarını öğrenmek zorunda kalır.
Otobüse has olmasa da ulaşım deyince tabi ki peron numaralarını atlayamayız. Yüzbinlerce, milyonlarca başı sonu belli olmayan hikâyenin kesişim noktasını sorsanız size peron numaralarını gösterirdim.
“İnsan sosyal bir varlıktır” sözünü hepimiz duymuşuzdur. İnsanı birbirine bağlayan iplik ise bu sosyalleşme çabası içerisindeki iletişim gereksinimi, ipliğin iğnesi ise günümüzde telefon numaraları. Mektupta var tabi. Ya da çağa uydurursak e-posta da kullanılabilir.
Ama düşünerek yazmanın, düşünmeden söylemekten daha kolay geleceği bir zaman şu an yakın görünmüyor...
Eğitim kurumlarında öğrenci numarası, okul numarası diye geçen tanımlama kurumsal hayatta sicil numarasına dönüşür. Özel sektörde bu numara çok bir şey ifade etmese de devlet kurumlarında sicil önemlidir. Kıdem belirttiği için bu numara hafife alınmaz. “Senin sicilin kaç?” diye sorulduğun da soran kişinin ses tonuna göre verilecek cevap, anlamanız gereken mesaj çok farklı olabilir. (Tayin deyince de çıkartmışsınızdır ama bu da tasdiklemiş oldu. Evet, memur çocuğuyum.) Hele ki bu sorunun çok kez sorulduğu ama kapıyı çekip çıkamayacağınız bir ortamdaysanız ya da bunu yapmamak için geçerli sebepleriniz varsa bunun sebebi genellikle IBAN numaranızla ilişkili banka hesap bakiyenizin artı yönde hareket görmeye devam etmesini sağlamaya çalışmaktır. Olumsuz olan ise ilerleyen yaşlarınızda bu durum, sabit kalmasını istediğiniz bir başka sayıda oynama yapabilir. Her şeyin dengelisi tercih edildiği gibi tansiyonunda dengelisi mubahtır tabi. Ama doğuştan düşük tansiyonlu olan kişiler bana nedense hep daha bir kalender daha bir “hallederiz abi” havasında gibi geliyor.
Bu koşuşturmaca içerisinde sanata bulaşmış olanlar resimle altın oranı, müzikle dört dörtlük ölçüyü öğrenirler. Bu sayede algılarını açabilenler mırıldanabilecekleri dokuz sekizlik anılar biriktirir, hece ölçüsüne uygun duygularla yaşlanır.
Hayat yüzümüze gülmüş, biraz aydınlanacak kadar vakit bulabilmişsek Pi, Avagadro, Euler, Planck gibi kitleleri peşinden sürüklemiş, kısaltma ve garip isimlerle kodlanmış birçok sayıyı anlamakta nasip olur insana. Ama tüm bir ömrü karşımıza alıp bakabilsek başından sonuna gitmemiz ışık hızı sabitinden farklı olmaz.
Kendi kuyruğunu yiyen yılanı biliriz. Hayat döngüseldir. Kendisinden doğar ve kendi içine çöker. Bu yüzden sonumuzda başlangıcımıza benzer şekilde olur. Yan yana dizilmiş dikdörtgenlerin içindekileri tarif edebilmek için yine isteğimiz haricinde verilmiş koordinatlarla son bulur. Üçüncü sıradaki ikinci mezar ya da ilk sıradaki üçüncü mezar…
Commenti