Merhaba Sevgilim,
Sana bu satırları, sana koşmanın heyecanından bir parça bile gitmesin diye, özlemeye korktuğum bir yerden yazıyorum. Senle ayrılıp, sensiz döndügüm yerden...
Masanın üzerinde bana bıraktığın notları ertesi gün gördüm. Masaya oturup ilk cümleyi okuduğumda anladım ki ne bir gün, ne gece ne bir uyku sensizliğe alışmaya yetmemiş. Dudağım büküldü. Son cümleye kadar bir nefes verdim, yenisini kokun olmadan almak istemedim...
Nedense bilmiyorum ama kanapede oturamıyorum. Çocukların yastıktan kaleler yapması gibi köşe koltuktan mabet yapmışız sanki kendimize. Sensizken bir sutunu yok, otursam da dik duramıyorum...
Bu yüzden sanırım daha cok sırtım dönük o tarafa, masada oturuyorum.
Üzerini örtmedim masanın. Yokluğun bu evde normalleşsin istemedim. Belki de sensizliğe göğüs gerecek gücü henüz bulamadım içimde. Öyle yada böyle sensizliğinde içinde ”sen” geçtiğin için yok etmeye, savasmaya kıyamadım. Teslim oldum, adapte olmaya çalışıyorum....
Gözlerimde hep mutfak tezgahı önünde koşuşturmalarımız, uzun pozlanmış kareler gibi. Zamanı bükebilmek denilen şey sanki bu evde var olmuş. Normal bir akşamın bir fener, bir kamerayla, yada spot ışığı altında sohbet edip kadeh tokuştururken nasıl geçtiğini anlamıyorsak, yoklugunda da herşey yavaşlıyor. Çoğu zaman arkada çalsın diye dinlediğimiz şarkılarda ki notaları anlamaya başlayınca, dakikanin farkına varınca, anladım yokluğunu.
Çok özledim seni... Bu kadar özleyeceğimi tahmin etmemiştim.
Bu mektubu yazarken sanki biryere yetişecek gibi aceleyle kocaman bir şeyi bir sandıga tıkmışım, sığmamıs hatta üzerine oturup kapağı öyle kapatmışım da, denize atmışım. Şimdi suyun altından yavaş yavaş çekip yukarı çıkartıyorum. Yumruk yumruk içime bastırıp sıkıstırdığım özlemin nasıl göründüğünü, saydam sandığım örtünün güneşi nasıl kapattıgını her saat daha iyi anlıyorum...
Eskiden hatırlıyorum bir gün sana ”kalan olmaktansa giden olmak daha iyi demiştim”, seni ardımda bırakıp uçağa bindiğimde farkına varmamışım ama birlikte inşa ettigimiz bütün yaşam karşıma dikildiğinde, öksüz bir çocuğun elinden tutup eve yürüdüm sanki bu aksam. Ne onu bırakabildim, nede onun kaybettiklerini tamamlayabildim...
Belkide bu yüzden evde sadece bir ışık açık. Belki bende yönümü bulmaya çalışıyorum. Gördüğümde senle olan anılarımıza sensiz katlanabileceğim, yada nefes almaya devam edebileceğim kadarını aydınlatıyorum.
Hep geceye karanlık derler ama gündüzde gözlerini açamıyorsan, açmıyorsan yada açacak cesareti içinde bulamıyorsan... (sanırım bu cümleyi tamamlayamayacağım.)
Boğazın düğümlendiğinde sebebini biliyorsun, yoklugunu fark ettiğinde kokluyorsun ama yok, elde değil. Gözle göremiyorsun, hiç bir duyu algılamıyor ama gözyaşın tenine değdiğinde nesneleşiyor özlem. Bir sonraki bir öncekini takip edip kuruduğunda, kendi yok oluyor ama hissi kalıyor, yanagında anlıyorsun...
Neyse :’-)
Belli ki yalnızken cok içmemem lazım. Benim yazım senin ki kadar güzel de değil, hiç de olmadı. Ama bu mektup diğerlerinin aksine oldugu yerde seni bekleyecek. Sen yokken senden kalan herşeye nasıl sarılıp tutunduysam, bu mektubun içinede senden kalan son parçayı sarmalıyorum.
Çünkü bende gözlerinin yeşilini ve mis kokunu özlerim.
Seni çok seviyorum.
22 Eylül 2023
Comments