Soğuktan nefesi canından bezmiş bir vaziyette çıktığı yokuşun sonuna geldiğinde, ağzından her akşam yedi otuz sularında dökülen o cümle hayat bulmuştu bir kez daha, ‘’Allah belasını versin bu yolu yapanın’’. Her şey rutin halinde seyrediyordu yani. Karanlığı delip geçen farlarıyla göze düşman arabalar alıyordu yolun tozunu. Elleri ceplerine yuva kurmuş yüzü asık insanlar, içlerinden okuduğu lanetlerin kulaklarda bıraktığı pas ve o hiçbir yere bağlanmayan sihirli cümle. Her şey. Bir kere daha kapısındaydı. Buraya gelmek dünyanın en uzak yerine gitmek gibiydi İzan için. Aynı hisse kapılıyordu daima sürgülü kapıyı cebinden çıkarmak zorunda olduğu ellerine sarıp çekerken. Kapının birkaç saniyelik sesinin bile kendisinin suru olduğu düşünüyordu zaman zaman.
Bir keresinde ‘’Tanrı bazılarına geç kalıyor’’ diye mırıldandı sürgülü kapının içine dolanıp, sokakla bağlantıyı koparırken.
Kaldırım taşları ev ile kapı arasındaki dar yolda da devam ediyordu. İzan, bu kısa ve sıkıntılı yolu saymıştı birkaç defa. Genellikle on üç çıkmıştı, geçen hafta cumartesiyi saymazsa. Yürümeye başladığı andan itibaren kaldırım taşlarının bazılarından gelen su sesleri tahammül sınırlarının ırzına geçiyordu. Kapının, omzunun hizasına denk gelen kısmındaki on iki numara bile dayanılmaz geliyordu. Bir süre baktı, aklından hiçbir şey geçirememesi aklına bile gelmemişti o an. Sadece bakmayı yeğledi. Henüz dalıp gittiğinin farkında değildi yorgunluğunun kendisine verdiği rahatlığa sığınarak. O sırada içeride duyulan uğultuya benzer seslerin, beyninin içindeki cehennemden geldiğini düşünüp hareketsizliğini sürdürdü. Bunu ilk defa yapmıyordu İzan. Bir nevi ritüeldi kendisi için. Uğultunun şiddeti yerini insana acı veren siren sesine benzer gürültüye bıraktı. İzan hiçbir şey hissedemedi yüklendiği demir kapıyı paslı anahtarla ırzına geçerken. Ok gibi fırlamayı tercih etmişti sadece, öyle de yaptı. Nereden baksan kırk yıllık halının üzerindeydi, kırk iki numara altı çamura bulanmış botlarıyla. Daracık koridordan sonra ilk sağa döndü. Bir odaya rast gelmesi için başka seçeneği olmadığını biliyordu çünkü. Daha önce defalarca buna maruz kalmıştı. Yere sırt üstü kapanmış yaşlı kadını görünce bir koronun kendisine son cümlesini haykırdığını duyumsadı. Kafasını sarsıp bu lanetten kurtulmayı denedi dizlerinin üstüne çöktüğü sırada. Gürültü kendisini inlemeler halinde yineliyordu. Önce bu şekilde kaldırmayı düşündü. Yaşlı kadın, İzan’ın düşünme süresini fırsat bilip derinden bir öksürük eşliğinde, hafif de olsa sağa eğimli hale geldi. Bu arada fikir değişmeye mahkûm olmuştu, yüz üstü çevirdiği kadının başının ve dizlerinin altından iri kollarını geçirdi İzan. Sanki kollarının üzerindeki bir can değildi, boş bir kutu taşıyormuş hissine kapıldı. Usulca yatağın üzerine bıraktı. Göz göze geldiği yaşlı kadına suratındaki endişe ve hiçbir anlama gelmeyen ifade ile baktı bir an. İnlemeler yerini fırtına öncesine bırakmıştı. Sessizliği Tanrı bozacaktı kimse bozmazsa. ‘’Nasıl oldu’’ dedi koltuğun baş kısmına gelen tarafına doğru diz üstü çökerken. Birçok şey oluyordu o an. Deniz, dalgalar, kaldırım taşlarının dinginliği, insanın alnının tam ortasına düşen su damlacıkları. Birçok şey. Her şey karmaşa halinde sürüp giderken yaşlı kadın işkence çekercesine kaldırdığı koluyla yarım bir daire çizdi.
İzan, yaşlı kadının anlatmak istediği şeyin müfredatta yeri yoktur diye düşündü, sonra kalkıp mutfağa gitti. Az evvel bardağa doldurduğu su, şehrin bütün günahını içinde taşıyordu.
İzan suya baktı, yavaş yavaş dağılıyordu bardaktan kireç bulutları. O an bir inleme sesi duyuldu, öteki taraftan. Su, bardaktan dökülmemek için neredeyse hiç çaba harcamamıştı. Yalnızca birkaç yudumun hatırı vardı dibinde. Odanın tahta kapısı hızla açılıp yavaşça kapandı. İzan bir kez daha aynı manzarayla karşılaşmanın verdiği tecrübe ile kadını kavradı. Bu defa taşıdığı şey bir kalıba sığmıyordu. Dünyalık bir iz aradı kadında İzan. Son bir nabız yoklaması yaptı. Görünüşe göre yaşlı kadın yok yazılacaktı bundan sonra. Aramaya devam etti şok boyunca. Kadının içinde geçmişe dair bir iz arıyordu. Son bir canlılık belirtisi. Nafile. Yaşlı kadının seksen dört yıllık ciğerinde tek bir nefes bile kalmamıştı. Ölmek gibi radikal bir karar aldığı gün gibi ortadaydı. Sanki hep istediği şeyin bu olmadığını düşündü İzan. Yaşlı kadının açık gözleri üzerinde bir sır gibi geziniyordu. Bir an bütün soğuk kanlılığından sıyrıldı. İçine düşen ürpertiden kurtulmak istercesine silkelendi. O sırada üzerini uzun zamandır suyla buluşmamış battaniye ile örttü. Yaşlı kadın halinden memnun görünüyordu. Bu odada sıkıntılı bir kişi varsa o da şüphesiz İzan’dı. Titreyen ellerine hâkim olamıyor, dünya bütün ihtişamında yoksundu. Ölen insanların ardından aranan ambulans kadar gereksizdi nefes almak İzan için. Elleri bir şeyler kaybetmiş insan eliydi numaraları çevirirken. Kadın, yaşlı unvanından sonunda kurtulmuştu. Sıfıra düşmenin heyecanıyla geçti önünden bir kez daha. İzan o gece kimseye tahammülü olmadığını biliyordu. Tahammül etmek zorunda olduğu son kişinin artık olmadığını fark etti sonra. Hastane ve karakol arasındaki mesaiden bıkmıştı. Kendine bir yer aradı. Bankına oturduğu cami avlusuna bırakıp kaçmak istiyordu kendini. Kabına sığmıyordu. Orada uzun zaman kaldı, güzel kuşlar kör yarasalara evrilmişti. İzan bu süre zarfı içerisinde süper bir namaz kılmıştı, dört rekâttan oluşan, bir o kadar uzun metrajlı. Göğsünden birçok acı sızmıştı oluk oluk. Durmuyordu. Ağırlığından daha fazla hüzün yüklenmişti. Bir an duraksadı. Her şeyin ilk evresini hatırladı o an. Kelebeğin koza halini, insanın masum halini ve anne babasının kendisini hem bakıcısı hem baktığı kişi olan kadına bırakmadığı halini. Bütün öfkesini kusabileceği bir yer aramıştı ömrü boyunca. Tek kişi, adına bile tahammülü olmadığı yaşlı kadındı. Başına gelen her şeyin sebebini dünyayla bağını kopardığı için üzüldüğü kadında buluyordu. Eğer o olmasaydı ailesinin kendisini terk etmeyeceğini düşünüyordu. Bazı şeyler için beyninin ilk defa ışıkları yanıyordu. Öfkesine maruz kalan kişinin bunu hiç hak etmediğini düşündü. Koşarken bir yere yetişme arzusu ile geçmişinden kaçma hırsı yarışıyorlardı. Eline aldığı anahtarları avucunda yok etmek üzereydi İzan. Neyse ki eve varmıştı. O lanet kaldırımları bir kez daha geçti, kapıyı bir hamlede açıp, odanın ruhundan sağa döndü. Sandığın içindeki ikinci örtüden de kurtuldu. Dede yadigarı beylik tabancasını kavradı. Bütün günahlarından tövbe etmeye karar vermişti. ‘’İnsan’’ dedi. ‘’Bütün dertlerine bir kurban arıyor!”. Horozu indirip geçmişe bir sünger çekti o an, yüksek gürültülerin arasından. Canı hızla düşen başı sandığa çarpmak üzereydi, son anda geri sekene dek. Başının acımasını istemiyordu belli ki. Kafasındaki son canı da bitmişti İzan’ın. İlk defa sakin kafayla bir karar almıştı. Kırk yıllık halının üzerine kırk iki numara, altı çamura bulanmış botlarıyla devrilmişti, bütün günahlarından arınarak…
Comments